Friday, March 30, 2007

Filistin Hakkında: Kimlik Bilgileri, Coğrafi Konum, Sosyal Yapı, Ekonomık Durum, Dini Durum, Eğitim

Kimlik Bilgileri

Resmi adı: Filistin Ulusal Otoritesi (Filistin Özerk Yönetimi)
Başkent: Kudüs
Nüfusu: 3.512.062 (Batı Şeria 2.237.194 Gazze 1.274.868).
Yüzölçümü: 10.435 km2 (1948 öncesi İngiliz işgali döneminde Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 27.000 km2’dir.)
Önemli Şehirleri: Kudüs, Ramallah, Nablus, Beytüllahim, El Halil, Cenin, Refah.
Din: %85 Müslüman, %5 Hıristiyan, %10 Yahudi.
Dil: Arapça, İbranice.

Coğrafi Konum


10.435 km2’lik yüzölçümüne sahip olan Filistin, Akdeniz’in doğusunda, Ürdün’ün batısında ve Lübnan’ın güneyinde yer almaktadır. En önemli akarsuları Şeria nehri olarak da adlandırılan Ürdün nehri ile Yermük nehridir. İsrail işgali altındaki Filistin topraklarıyla Ürdün toprakları arasında sınır oluşturan Ürdün ırmağının doğusu Doğu Yaka, batısı Batı Yaka (Batı Şeria) olarak adlandırılır. Her iki yaka da tarıma elverişli düzlüklerden oluşmaktadır. Ürdün ırmağı, batısı işgal altında, doğusu Ürdün'ün elinde olan Lut gölüne akar. Ölü Deniz olarak da adlandırılan Lut Gölü tuz ve fosfat bakımından zengindir.

Sosyal Yapı ve Filistin Kimliği

Batı Şeria ve Gazze bölgelerinden oluşan Filistin’de sosyal yapı birbirinden kısmen farklıdır. Batı Şeria’da toplumun etnik olarak %83’ünü Filistinli Araplar oluştururken, geri kalan %17’lik oranı Yahudi nüfus teşkil etmektedir. Dini açıdan nüfusun %75’i Müslüman, %17’si Yahudi ve %8’i de Hıristiyan ve diğer din mensuplarından oluşmaktadır. Dil açısından bakıldığında ise, etnik yapıya uygun olarak Filistinli Arapların tamamına yakını Arapça, Yahudiler İbranice ve İngilizce konuşmaktadır.

Yahudi işgalinden kısmen korunmuş olan Gazze Şeridi’nde ise nüfusun % 99.4’ünü Araplar, % 0.6’sını ise Yahudiler oluşturmaktadır. Bölgede yaşayan halkın %98.7’si Müslüman, %0.7’si Hıristiyan ve %0.6’sı ise Yahudi’dir.

Ekonomik Durum

1948 öncesi Filistin topraklarında ekonomik dengeler büyük oranda Filistinliler lehine bir görünüm arz ediyordu. Bu tarihte bölgede tarımsal üretimde kullanılan özel mülkiyet oranlarına göre, Filistinli Arapların sahip olduğu tarımsal alan 24.670.000 dönümü bulurken, Yahudilerin sahip olduğu tarımsal üretim alanı ise sadece 1.514.000 dönüm idi. Yahudilerin ekonomik refahı ile Filistinli Araplarınki arasındaki fark karşılaştırılamayacak kadar büyüktü. Endüstriyel açıdan bakıldığında da, İngiliz sömürge yönetiminin işgalinin başlarında yapılan bir istatistik, 1927 yılında Filistin’de 1236 endüstriyel yatırımın bulunduğunu, üretim tesislerinin %75’inin Filistinlilere (925 adet), buna karşın sadece %24’ünün Yahudilere (300 adet) ait olduğunu göstermekteydi. Yahudi göçleri ve buna bağlı olarak uluslararası Siyonist örgütlerin ekonomik yardımları ile bu denge zaman içinde tersine döndüğü halde uzun yıllar, Filistin’deki ekonomik varlıklar Filistinlilere ait olarak kalmıştır. Ancak İsrail’in kurulmasından sonra Filistin topraklarının %80’indeki tesisler Yahudilerin eline geçmiştir.

1967 öncesinde İsrail ile herhangi bir ekonomik bağı olmayan Batı Şeria ve Gazze, İsrail’in 1967’deki işgalinin ardından, ekonomik gelişme açısından istikrarsız bir süreç içerisine girdi. 1967 İsrail işgalinden sonra Batı Şeria ekonomisi büyük ölçüde zarar gördü. Bu dönemde ilk olarak, Batı Şeria ve Gazze’nin önceki ticari ilişkileri kesilerek, bu bölgeler, İsrail ile asimetrik ekonomik ilişkiler kurmak zorunda bırakıldı. 1967 savaşından sonraki ilk beş yıl içerisinde Filistin ve İsrail arasındaki ekonomik bağlar istikrarlı bir yapıya kavuşmuştu. Bu bağların temelini oluşturan ve birbiriyle yakından ilişkili iki unsur olan işçi hareketleri ve çift taraflı ticaret, Filistin ve İsrail arasında „tamamlanmamış bir ekonomik entegrasyon“ şeklinde tanımlanabilecek bir yapıyı doğurdu. İsrail ile Batı Şeria arasındaki ilişkiler, egemen gücün, çevrenin üretken ekonomik yapısını, bir dizi engellerle (toprak istimlakı ve yerel nüfusun tardedilmesi gibi) önce kendine eklemlediği sonra da yoksullaştırdığı, kasıtlı bir çaba ile şekillendirildi. 1967’den 1970’li yılların ortalarına kadar, Filistin ekonomisinde İsrail ile entegrasyon ve Körfez bölgesinde artan petrol gelirleri dolayısı ile bu bölgeyle olan ekonomik ilişkiler neticesinde hızlı büyüme gerçekleşti. 1980 yılının başından 1987’deki İntifada hareketine kadar olan dönemde, Batı Şeria ve Gazze’nin işgücünün yarısından fazlası (1987’de Batı Şeria’nın %52, Gazze’nin %58’i), İsrail ve Körfez ülkelerinde istihdam edilmekteydi.
1987 yılında İntifadanın başlaması ile birlikte İsrail’in uyguladığı sokağa çıkma yasakları ve ablukalar nedeniyle Filistinlilerin İsrail’deki iş yerlerine gidememeleri, Filistinli işçilerin tarım alanlarını rehabilite etmelerine neden oldu. 1991 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı’nda FKÖ Lideri Yaser Arafat’ın Saddam Hüseyin’e destek vermesi nedeniyle Arap ülkelerinden Filistinlilere gelen mali yardımlar azaldı. Körfez ülkelerinde çalışan çok sayıda Filistinli işini kaybetti.

İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (Statistical, Economic and Social Research and Training Centre for Islamic Countries / SESRTCIC) tarafından verilen en son resmi rakamlara göre Filistin’de gayri safi milli hasıla 1.215.000.000 Amerikan Dolarıdır. Kişi başına düşen milli gelir ise 402 Dolardır.

2000 yılı rakamlarına göre sektörlerin GSMH içindeki oranları şöyledir: Tarım %6,5, endüstri %18,4 ve hizmet sektörü %75,1. Genellikle küçük aile teşebbüslerinin bulunduğu endüstri, tekstil, sabun, zeytinyağı sektörlerini içermektedir. İsrail hükümeti Filistin ekonomisinin üretken sektörlerindeki yatırımları finanse edebilecek bankaların ve diğer kredi kuruluşlarının gelişimine engel olmaktadır. Bunun yanı sıra İsrailli girişimcilere sözleşmeli üretim yapanlar haricinde sınırlı sayıda yeni fabrikanın kurulması için lisans verilmektedir. Başlıca tarım ürünleri, zeytin ve turunçgillerdir. 1999 rakamlarına göre 372 milyon dolar ihracat oranına sahip olan Gazze ve Batı Şeria’da ihraç edilen başlıca ürünler turunçgiller ve çiçektir. İhracat yaptığı ülkeler, İsrail ve Mısır’dır. Gıda maddeleri, tüketim malları ve inşaat malzemeleri ithal edilmektedir. İthalat yaptığı ülkeler ise yine İsrail ve Mısır’dır. 2000 yılı rakamlarıyla Filistin’in toplam ithalatı ise 3 milyar 252 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

Dünya Bankası ve BMMYK’nın 2001 yılı başı itibariyle verdiği rakamlara göre, Filistin ekonomisi, 2000 yılının Eylül ayında başlayan çatışmalar ve İsrail’in uyguladığı ablukalardan büyük zarar gördü. İsrail’in uyguladığı ablukalar nedeniyle Ekim ve Kasım aylarında ihracat hacmi, 1999 yılının aynı aylarına göre %22 oranında azaldı. İhracat hacmindeki söz konusu düşüş ve İsrail’de çalışan Filistinlilerin kazancının ortadan kalkması, Gazze ve Batı Şeria’daki ihracat yapamayan iş yerlerini olumsuz yönde etkiledi. Ekim 2000’den itibaren İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne uyguladığı ablukalar nedeniyle 100.000 Filistinli işçi İsrail’deki işlerine gidemedi ve dolayısıyla elde edeceği kazançtan mahrum kaldı. Ablukalar Batı Şeria ve Gazze’de işsizlik oranının %11’den %30’a çıkmasına neden oldu. 2000 yılı sona erdiğinde ise işsizlik oranı %40’lara yükseldi. Son rakamlar ise Filistin’de işsizlik oranının %79 gibi yüksek bir rakama ulaştığını göstermektedir.

Dini Durum


Filistin topraklarında (Batı Şeria ve Gazze) nüfusun %90’dan fazlasını Filistinli Müslüman ve Hıristiyan Araplar oluşturur. Yahudi sayısı ise, sonradan bölgeye gelen yerleşimcilerle birlikte %10’a yükselmiştir. Filistinli Arap nüfus içinde Hıristiyan olanların oranı %5’tir. Farklı dini gruplar arasındaki ilişkiler Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmeye başladığı zamandan bu yana son derece gergindir. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te sayıları gittikçe artan yerleşimciler, yarım yüzyıldan daha uzun zamandır çok zor koşullarda yaşayan Filistinli mülteciler, Kudüs sorunu ve ekonomik kaynakların adaletsiz paylaşımı gibi pek çok sorun ilişkilerin giderek bozulmasına neden olmuştur.

Tüm bu problem alanlarının içinde farklı dini grupların her birinin en çok hassasiyet gösterdiği sorun Kudüs’tür. Üç büyük semavi din için de büyük önem taşıyan Kudüs şehri, MÖ 2000’li yılların başında Hz. Davud’un İbrani kabilelerinin yaşadıkları bölgenin ortasında bulunan bu şehri krallığına başkent yapmasıyla tarih sahnesine çıkmıştır. Yahudi inancına göre, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı Allah için kurban etmeye giriştiği (Yahudi inancına göre Hz. İbrahim’in meşru oğlu İshak’tır. Hz. İsmail onlara göre Hz. İbrahim’in gayri meşru oğludur. İslam inancına göre ise Allah adına kurban edilmek istenen kişi Hz. İsmail’dir) Moraih Tepesinde Hz. Süleyman’ın ilk mabedi yapmış olması, şehrin önemini artırmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda Babil hakimiyeti sırasında Yahudilerin baş kaldırması esnasında Babilliler, bu mabedi yıkmışlar ve ardından da Yahudi toplumunun ileri gelenlerini Babil’e sürmüşlerdir. M.Ö. 538’den itibaren başlayan Pers egemenliği altında yeniden inşa edilen mabet, tüm Yahudileri birleştiren bir kutsal yer olarak varlığını sürdürmüştür. M.Ö. I. yüzyılda Kral Herod döneminde bugün ancak dış duvarının küçük bir kısmı ayakta kalmış olan görkemli mabet, 480 metre uzunluğunda ve 280 metre genişliğinde bir alanda yeniden inşa edilmiştir. M.S. 70 yılında Roma hakimiyeti döneminde Romalı General Titus bu mabedi yerle bir etmiştir ve o günden bu yana Yahudiler bu mabedin ayakta kalan Batı duvarı önünde ağlamaktadırlar. Ağlama duvarı olarak adlandırılan bu duvar, Yahudiler için yıkım gününü simgeleyen çok özel bir semboldür.

Uzun yıllar devam eden Roma ve Bizans dönemlerinin ardından Hz. Ömer devrinde Müslüman Arapların 638 yılında Kudüs’ü almaları ile birlikte bu topraklar İslam devletinin yönetimi altına girmiştir. „Yeruselayim“ olarak bilinen şehrin ismi Müslümanların yönetiminde „Kudüs“ olarak değiştirilmiştir. Yahudilerin büyülü mabed olarak gördüğü, Hz. Süleyman’ın tevhidi temele dayalı binasının olduğu yere (Harem-i Şerif) bu dönemde, Süleyman peygamberin tevhid mücadelesinin bir sembolü olarak Kubbetü’s-Sahra inşa edilmiştir. Bir dönem Haçlıların Hıristiyan hakimiyetinde kalan kent, daha sonra Memlükler ve ardından da Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 20. yüzyıl başında (1917’de) İngilizlerce işgal edilen kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Osmanlı hakimiyeti döneminde kutsal mekanlar bir dizi restorasyona tabii tutulmuştur. BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihli 181 nolu kararına göre uluslararası özel bir yönetime bırakılmış olan Kudüs kenti, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail tarafından işgal edilmiştir.

Eski Kudüs kentini çevreleyen ve bugün de büyük bölümü ayakta olan surların inşa tarihi 16. yüzyıl, Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. Sekiz adet sur kapısından geçerek ulaşılan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri bütün bu anlatılan 4000 yıllık tarihin temsilcileri durumundadırlar. Harem-i Şerif ve onun bahçesindeki Mescid-i Aksa, Müslümanları; Ağlama Duvarı, Yahudileri; Hz. İsa’nın Acılar Yolu da, Hıristiyanları temsil etmesi açısından, üç büyük semavi dinin şehirdeki sembolleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Vahye dayanan üç büyük dince kutsal kabul edilen Kudüs, Müslümanlar için ayrı bir önem arz etmektedir. Hz. Ömer Camii’nin içinde bulunan kaya parçasının değeri, Hz. Muhammed’in, Miraç gecesinde Burak adlı bineğiyle birlikte buraya gelip „Muallak Taşı“ diye anılan bu kutsal kayanın üzerinden Allah katına yükselmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu taşın, Peygamberimiz (s.a.s.)’i bırakmak istemediği için bir süre göğe yükselip daha sonra muallakta kaldığı rivayet edilmiştir.

„Miraç“ hadisesi sırasında taş üstünde Hz. Muhammed'in ayak izi kalmıştır. Miraç hadisesi hakkında Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: „Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir.“ (İsra, 17/1). Burada dikkat edilirse Mescid-i Aksa'dan „çevresini mübarek kıldığımız“ şeklinde söz edilmektedir. Mescid-i Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer bütün Filistin topraklarıdır. Filistin diyarının mübarek kılındığına dair ayrıca hadisler de bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyurulmaktadır: „Allah, Aras ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin'i mukaddes kılmıştır.“ (Müslim, İman, 282; Münavi, et-Teysir, I/248)

El-Aksa Camii (Mescid-i Aksa) Hz. Ömer Camii’ne göre daha sade bir yapıdır. Hz. Muhammed zamanında Mescid-i Aksa (Mekke’ye en uzak mescid) olarak adlandırılan mescidin yapımı bazı rivayetlere göre, Hz. Davud zamanında başlamış, oğlu Hz. Süleyman zamanında tamamlanmıştır. Müslümanlara kıble olarak Kudüs’e yönelmeleri emrinin gelmesinin ardından, hicretten sonra 17 ay boyunca Müslümanlar Kudüs’e yönelerek namaz kılmışlardır. Daha sonra yeni bir vahiy ile kıblenin Kudüs’ten Mekke’ye çevrilmesi istenmiştir. Bu durum Kudüs’ün önemini azaltmamıştır.

Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek üzereyken vahiy aldığı Zeytin Dağı’nın bütün dinler için hassas bir bölge olduğu söylenebilir. Bu mezarlık alanda Hz. Muhammed'in sahabelerinden Selman-ı Farisi Camii ve türbesi bulunmaktadır.

Hz. İsa’nın „Acılar Yolu“ Hıristiyanların Kudüs’teki önemli bir mekanıdır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği varsayılan yer olan bugünkü St. Sepulchre Kilisesi’ne kadar yürüdüğü Via Dolorosa (Acılar Yolu) boyunca durakladığı 14 nokta, bugün Hıristiyanlarca ziyaret edilmekte ve böylelikle Katolikler Hz. İsa’nın acısını manen paylaşmak istemektedirler. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği varsayılan yerde kurulan Sepulchre Kilisesi’nde (Kutsal Naaş Kilisesi) Hz. İsa’nın yatırıldığı musalla taşı ile mezarı bulunmaktadır. Farklı kiliseler burada gün boyunca ayinler yapmaktadır.

Görüldüğü üzere üç semavi din için büyük önem arzeden Kudüs, „Kudüs sorunu“ olarak, Filistin-İsrail sorununun en önemli parçasını oluşturmaktadır. Dünyanın üç önemli dininin tek ortak merkezi olan Kudüs, bu yönüyle sadece bölgesel nitelikli bir sorun değildir. Dolayısıyla müzakere masasındaki taraflar Kudüs söz konusu olduğunda, iki siyasi aktörün temsilcisi olmaktan çıkarak dünya sathına yayılmış üç büyük dinin temsilcileri niteliği kazanmaktadır.

1991 yılında başlatılan Ortadoğu Barış Süreci’nde çözümü zor olan sorunlardan biri olduğu için Kudüs meselesi, yerleşimciler ve mülteciler sorunu ile birlikte en son aşamaya bırakılmıştır. 2000 yılının Ağustos ayı içerisinde Amerika’nın öncülüğünde başlatılan Camp David Barış Görüşmeleri Kudüs sorununa odaklandığı için başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Görüşmelerde İsrail, Kudüs’ün Yahudi devletinin ebedi ve bölünmez başkenti olduğunu savunurken; Filistin tarafı ise Kudüs’ün iki ayrı egemenlik alanına bölünmesini, kutsal yerler başta olmak üzere Doğu Kudüs’ün önceki anlaşmaların da gerektirdiği gibi, ilan edilmesi düşünülen Filistin devletinin başkenti olmasını talep etmiştir

Görüşmelerin kesilmesinin sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini resmi olarak Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacağını açıklaması, İsrail’e verilen desteği açık bir biçimde göstermektedir. Bu davranış Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak anlamına gelmektedir.

28 Eylül 2000 tarihinde dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın Jerusalem Post’a Yeruşalim ve El-Kuds’ün yan yana iki başkent olabileceği yolunda yaptığı açıklama, bir İsrail başbakanından Kudüs hakkında olumlu anlamda duyulabilecek, belki de ilk ve tek açıklama idi. Ancak bu uzun sürmedi, aynı tarihte söylediği şu sözler, Kudüs konusunda İsrail’in hiçbir tavize yanaşmayacağını gösteriyordu: „Filistinlilerin başkenti El-Kuds bizim vermeyi kabul edeceğimiz topraklardan oluşacak. Mescid-i Aksa’nın bulunduğu alanın Filistinlilere bırakılmasına hiçbir İsrail başbakanı imza atmaz“.

Sabra ve Şatilla Katliamı’nın yıldönümünün yaşandığı 16 Eylül’ün üzerinden çok uzun bir zaman geçmeden, 28 Eylül 2000’de, Sabra ve Şatilla Katliamı’nın sorumlusu, dönemin ana muhalefet partisi lideri Ariel Şaron, Barak hükümetinin izniyle yanına aldığı 1.000 polis ve 3.000 askerle birlikte Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesi, İkinci İntifada’nın başlamasına neden olmuştur.

Kudüs sorunu bölgesel bir sorun değildir, bu sorunun üç büyük dinin temsilcilerini ilgilendiren bir çok yönü vardır. İsrail-Filistin Sorunu da esasında Kudüs sorununda odaklanmaktadır. Kudüs sorunu çözülmedikçe İsrail-Filistin sorunu da çözülemeyecektir.

Eğitim

Filistin’de gerek Filistin otoritesine ait, gerekse UNRWA (BM Yardım ve Çalışma Örgütü) yönetimi altında bulunan okullar çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Son yıllarda zaten kalabalık olan sınıflar, Filistin’e yapılan yardımların azalması nedeniyle daha da kalabalıklaşmış ve okulların finanse edilmeleri zorlaşmıştır. Okullarda ciddi öğretmen açığı bulunmaktadır. Filistin’de okuma-yazma oranı %89,2’dir. Öğrenim çağına gelmiş çocukların okula kaydolma oranı %96’ları bulmaktadır. Ancak söz konusu rakamların Aksa İntifadası’ndan önceki rakamlar olduğu unutulmamalıdır. Zira, bu tarihten sonra Filistin konusunda ciddi bir istatistik yapılmamıştır. Yine 2000 yılına ait istatistiklere göre Filistin’deki öğretmen sayısı 32.000’dir. Filistin’de üniversiteli öğrenci sayısı ise 75.000’dir.

Filistinli mülteciler geleceğe yatırım açısından eğitime çok önem veren bir toplumdur.
Yarım yüzyıldan daha uzun bir zamandan beri çok zor şartlar altında yaşıyor olmalarına rağmen Filistinliler, Ortadoğu’daki en eğitimli grubu temsil etmektedir. Ancak Filistin Eğitim Enformasyon Dairesi tarafından hazırlanan bir raporda Filistin'deki eğitim kurumlarının ve öğrencilerin İsrail işgal güçlerinin birinci derece hedefi olduğu hatırlatılarak, bunun eğitim üzerindeki olumsuz etkilerine dikkat çekmekteydi. Rapora göre Aksa İntifadası'nın başladığı 29 Eylül 2000 tarihinden Ocak 2003 tarihine kadar geçen süre içinde 298 kız ve erkek öğrenci İsrail işgal güçlerinin saldırılarına hedef olarak hayatını kaybederken, 2.780 öğrenci de yaralandı. Yedi okul İsrail askeri güçlerinin emirleriyle tamamen kapatılırken, 850 okulda da eğitim geçici olarak durduruldu. İşgal güçleri 197 okula ve üç Eğitim Öğretim Müdürlüğü'ne ani baskınlar düzenlediler. El-Halil'de üç okul askeri kışlaya dönüştürülürken, 25 okul askeri güçler tarafından işgal edilerek tutuklama merkezi haline getirildi. Yine aynı süre içinde 166 öğrenci ile 75 öğretmen tutuklandı.

UNRWA ile birlikte İslam Kalkınma Bankası ve İslam Konferansı Örgütü’nün, mültecilere ilk ve orta eğitimin yanı sıra mesleki ve teknik eğitim imkanlarını arttırma yönünde sağladığı maddi imkanlar, İsrail’in işgal siyaseti sebebiyle gelişme gösterememektedir. Eğitimin sık sık kesintiye uğradığı Filistin’de bazen bir haftalık sınavlar iki aylık bir sürede ancak yapılabilmektedir. Filistin Eğitim Bakanı üniversitede sınavların nasıl yapıldığını şöyle anlatıyor: “Güvenlik önlemleri çerçevesinde bazen bir okulu tamamen başka bir yere taşımak ya da personelini değiştirmek zorunda kalıyoruz. Kızılhaç; sınav kâğıtlarının dağıtılması, toplanması ve öğretim görevlilerine gönderilmesi konusunda yardımcı oluyor. Öğretim görevlileri 20 gün içinde sınav kâğıtlarını değerlendiriyorlar. Cenin ve Tulkarim gibi şehirlerde kâğıtlar hemen ertesi gün postaya verilerek öğrencilere ulaştırılıyor.”

Filistin’de Eğitim Bakanlığı bünyesinde 1992 yılında yapılan bir çalışma ile eğitim müfredatı yenilenmiş ve günün koşullarına uygun bir müfredatın getirilmesi hedeflenmişti. 2005 yılına kadar tamamlanacak eğitimin birleştirilmesi çalışmaları ile, mesleki ve teknik eğitimin yanı sıra, yabancı dil ağırlıklı müfredatın uygulanmasına geçilecek.

Çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde Filistinli öğrencilerin eğitimi sık sık kesintiye uğramaktadır. I. İntifada sırasında Gazze ve Batı Şeria’da çatışmalar ve İsrail’in uyguladığı sokağa çıkma yasakları nedeniyle bir yıl içinde 45 gün öğrenciler eğitime devam edememiştir. Lübnan’da yaşanan iç savaş ve İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi ve birçok okula zarar vermesi nedeniyle de aylarca hatta bir yıldan daha uzun bir zaman eğitime ara verilmek zorunda kalınmıştır. II. İntifada sırasında da İsrail’in dolaşıma getirdiği kısıtlamalar nedeniyle eğitim durma noktasına gelmiştir. Sokağa çıkma yasaklarına rağmen hayatlarını riske atan 45.000 öğretmenin yanı sıra, her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan bir milyona yakın öğrenci risk altında Batı Şeria ve Gazze’de okuldan okula taşınmaktadır.

2004 yılına gelindiğinde Filistin Özerk Yönetimi’nden verilen bilgilere göre, İsrail’in saldırıları nedeniyle son üç yılda Filistin eğitim sisteminin uğradığı maddi hasar 10 milyon doları aşmıştır. ı süre içindeki beşeri kayıp rakamlarına göre, üç yılda 24’ü öğretmen ve 421’i öğrenci olmak üzere, 445 orta öğretim, 194 tane de üniversite öğrencisi hayatını kaybetmiştir. İsrail tarafından tutuklanan Filistinli öğretmen sayısı 133’ü bulurken, 360’ı orta öğretim, 710’u da üniversite öğrencisi olmak üzere toplam 1.070 öğrenci de tutuklanma sebebiyle eğitimine devam edememiştir. Aksa İntifadası’nın başlamasından 2004 yılı başına kadar İsrail tarafından kapatılan Filistinlilere ait okul sayısı ise 1.289’dur. Aynı süre içinde 489 okul yerle bir edilmiş, 282 okul ise kullanılamayacak şekilde tahrip edilmiştir.

No comments: