Sunday, April 15, 2007

Filistin Izlenimleri: Aycan Ak & Emre Soncan

Emre Soncan

Temmuz 2006

Bir yanda sefalet, bir yanda lüks; Ramallah. Kendi topraklarında, yabancı askerlerin kontrolünden geçerek yolculuk eden insanların yaşadığı şehir; Kudüs. Ramallah ve Kudüs’ün gözyaşlarıyla sel gibi akan ülke Filistin. Dünyadaki birçok sorunun kaynağı olarak gösterilen Ortadoğu coğrafyasının mazlum ülkesi. Üç semavi dinin buluşma noktası olan bu kutsal topraklara, geçtiğimiz yıl gittim. Bir hafta boyunca Ramallah, Kudüs ve Beytullahim’i gezdim. Filistin halkının yaşadığı acıyı bir nebze olsun paylaşmaya çalıştım. Kontrol noktaları yüzünden kilometrelerce yürüyerek üniversiteye gitmeye çalışan Birzeit’in öğrencileriyle tanıştım. Yaşadıkları tüm ızdıraplara, gel-gitlere, varoluş ve yokoluşlara rağmen, onların geleceğe umutla baktıklarını görmek, yolculuğumun en keyifli anıydı.

Televizyonlarda, tanklara taş atan çocukları izleyip gözyaşı dökmek yeterli olmuyor. Bir zamanlar Osmanlı’nın hakim olduğu bu topraklara mutlaka gitmek ve Filistinlilerin yaşadıklarını, hayallerini ve umutlarını onlarla birlikte paylaşmak gerekiyor. ‘Ben Filistin’e nasıl gideyim yahu?’ diyorsanız, birkaç ay Marlboro içmeyerek biriktirebileceğiniz parayla, savaş diyarının yolunu tutabilirsiniz. İsrail Konsolosluğu’na başvurarak alacağınız vizeyle, Filistin’e ulaşabilirsiniz. İşte bu kadar kolay. Lâkin, ‘Ben korkarım’ sözcükleri dudaklarınızdan dökülüyorsa, o zaman bu yazıdan biraz daha fazlasını okumaya ihtiyacınız var demektir.


Aycan Ak

Şubat 2007

2007 Şubat’ında gittim Filistin’e ve orada sadece on beş gün kalabildim. Filistin’e gittim çünkü insanlar orada nasıl yaşar, nasıl aşık olur, ne yer, nelerin hayalini kurar, evleri nasıl (şimdi soğuk olduğunu biliyorum) gibi gayet anlaşılır meraklarım vardı. Elbette oradaki politik ve insani durumdu bu merakımı tetikleyen şeyler. Ancak yine de oryantalistlik değil insani bir merak idi motivasyonum. Bunları anlatmamın nedeni insan Filistin’e gitmeyi düşününce kendisinin ve başkalarının ‘neden’ sorularıyla başka hiçbir yere giderken karşılaşmayacağı kadar çok karşılaşıyor.

Filistin’de tanıştığım insanları hatırlamak içinde bulunduğum anın aydınlanmasını sağlıyor. Yaşadıkları zor hayat kendilerini var etme yolları değil, yani acılarından beslenmiyorlar. İnsanlığa ve kendilerine güveniyorlar ve inançları çok kuvvetli. Sevmekten, umut etmekten ve iyi bir hayat için çabalamaktan, başkalarını umursamaktan (Kudüs’teki duvarın genişletilmesi ile İsrail yönetimi tarafından topraklarını tahliye etmeleri istenen Bedeviler, kendilerine yerleşmeleri için gösterilen topraklar başka Filistinlilerin olduğu için başka bir seçenek gösterilmediği halde bunu reddediyor) vazgeçmiyorlar.

Gezdiğim şehirlerde en küçük bir çabanın -İngilizce öğretmek, sohbet etmek, ev inşa etmek, beraber çay içmek gibi- bile barış ve refah getirmek kadar önemli olduğunu fark ettim. Tarihi, ilahi dinlerin beşiği olması, insanlarının iyiliği ve yaşamak zorunda bırakıldıkları saçmalıklar oradayken her şeyin gerçekdışı görünmesini sağlıyor. Yazdıklarım sadece sözcükler, anlatmak istediklerimle alakaları yok. İsterim ki zamanı olan ve merak eden herkes gitsin, herhangi bir tehlike yok aslında yapabileceklerimizin çokluğunu anlamak ve önemsiz küçük şeyler diyerek sorumluluk almaktan kaçtığımızı fark etmekten başka. Ya da sadece görmeye gidin, dünyayı kurtarmak şart değil. Yardım etmenin yanında ve bunun bencil de olabilen hazzının dışında kendiniz için, başka yerler, insanlar görmek için gidin. Mesela Budapeşte’ye gitmekten ne farkı var?

No comments: